PSİKOLOJİK TEDBİR PSİKOLOJİK TEHDİT

Dünya gündemini bir anda etkisi altında bırakan virüs tehlikesi, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ´nün 12 Mart´taki ilanı ile kaçınılmaz bir gerçek olduğunu deyim yerindeyse kanıtladı. Bu gerçekle birlikte dijital platformlardaki içeriklerden yerel gazetelere değin tüm mecraların değişmez içeriği halini aldı. Görüldüğü üzere sosyal medyadaki tüm içeriklerin kaynağını oluşturan virüse karşı Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere tüm bakanlıklar tedbirlerini ortaya koyarken, çalışma hayatında evden hizmet verme gibi alternatifler değerlendirilirken, Milli Eğitim Bakanlığı da kesintisiz eğitim için çeşitli eylem planları ortaya koydu. Yaşanılan tüm bu gelişmeler doğrultusunda vatandaşların evlerinde kendilerini izole etmelerine dair birçok kanaldan çağrılar yayınlanıyor. Konunun bir diğer hassas noktası ise hem bireylerin hem de toplumun psikolojisi uzmanlar, salgının atlatılması adına verilen mücadelede psikolojik olarak güçlü olmanın önemini vurguluyor.

POST TRAVMATİK STRES BOZUKLUĞU

Aile Danışmanı ve Sosyal Hizmet Uzmanı Fatih Kılıçarslan, Koronavirüs salgınının, insanların yönetim sistemini değiştireceği gibi yaşam düzeninde de derin değişiklere neden olacağını belirtiyor. Koronavirüs´ün yaşamamızda kaygı, endişe, korkuya neden olan bir kriz olarak okunması gerektiğini söyleyen Kılıçarslan şu ifadeleri dile getirdi: “Yaşamın düzenini bozan hatta alt üst oluşlara yol açan beraberinde yoğun anksiyeteye neden olan bir virüs insanların yaşamında etkisi uzun yıllar sürecek travmaların kaynağını da oluşturuyor. Deprem örneği, insan yaşamında derin travmalara yol açar. Deprem gibi koronavirüsün de kişileri korkuttuğu, dehşet içinde bıraktığı, çaresizlik duyguları yarattığı gözlemleniyor. Bu ve benzeri şikayetlerin uzun sürmesi ruh sağlığı sorunlarına neden olabilir. Afet veya olağan üstü olaylarda genellikle “Post Travmatik Stres Bozukluğu” görülür. Kaygı ve endişe bozukluğu, kişinin ciddi fiziksel bir zararının oluşması durumunda, çok sevilen birinin kaybı ile karşılaştığında ya da böylesi bir olaya tanık olduktan sonra meydana gelen ciddi bir rahatsızlıktır. Kişiyi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olayların yol açtığı etkilere ruhsal travma diyoruz. Travmatik bir olay tecrübe eden kişilerin birçoğunda, şok, öfke, gerginlik, korku ve hatta suçluluk tepki olarak ortaya çıkabilir. Bu tepkiler olağandır ve birçok kişiye göre zamanla kaybolur.

BELİRTİLER YILLAR SONRA BİLE ORTAYA ÇIKABİLİR

Post travmatik stres bozukluğu olan bir kişide ise bu tepkiler devamlı ve hatta artan şekilde gözlenmekte, kişinin hayatını birçok alanda engelleyecek kadar güçlü etkiye sahip olur. Post travmatik stres bozukluğu belirtileri olaydan sonraki üç ay içinde gözlenmeye başlanır. Ancak bazı vakalarda olayın yıllar sonrasına kadar belirtiler ortaya çıkabilir. Belirtilerin yoğunluğu ve şiddeti değişiklik gösterir. Bu konuda önemle üzerinde durulması gereken nokta, travmayı kişinin tek başına tolore etmesinin zorluğudur. Zaman kaybedilmeden profesyonel bir yardım alınması, psikiyatri kliniklerine başvurması önerilir. Koronavirüs sonrası medyanın yaklaşımı iki yönde değerlendirirsek toplumu bilgilendirici, salgına karşı koruyucu ve önleyici yayınlar ile halk içinde panik, endişeye yol açan veya doğruluğu kanıtlanmamış haberlerle duyarsızlığa neden olan yayınlar şeklinde sıralayabiliriz.

TEDBİRLER BİLİM İNSANLARININ GÖSTERDİĞİ DOĞRULTUDA ALINMALI

Koronavirüs haberlerini önlememiz mümkün olmadığı için vatandaşların bu haberler karşısında sakin, soğukkanlılığını koruyarak gerekli tedbirleri bilim insanların ve kurumların gösterdiği doğrultuda almalarını tavsiye ederim. Böylece salgınla daha bilgili ve bilinçli baş edebilme imkanı oluşturabiliriz. Koronavirüs ile zihinsel mücadelede korku, panik, endişenin başta ruh sağlığımız olmak üzere bağışıklık sistemimize zarar vereceğinin bilincinde olmalıyız. Mücadelede sakin, soğukkanlı, kendimizi iyi hissederek koruyucu önlemleri alarak başarılı olabiliriz. Vatandaşlarımızın uzmanların ve kurumların resmi açıklamalarına dikkat kesilmeleri ve üzerlerine düşen sorumluluklarını yerine getirmeleri salgınla mücadelede en önemli unsur olacaktır. “


Uzman Klinik Psikolog. Zekiye Çevik ;

SÜRECİN GEÇİCİ OLDUĞUNU KABUL ETMELİYİZ

Sosyal açıdan toplumun kendini izole etmeye pek alışkın olmadığına dikkat çeken Çevik, alışkın olunmayan bu durumun aile içinde farkındalık hissi ile karşılanmasıyla, kaygı, endişe ve stres gibi olumsuz hisleri azaltacağını belirterek şunları kaydetti: Bu sürecin geçici olduğunu kabul etmeliyiz ve buna inanarak psikolojimizi de korumalıyız. Tabi ki bu süreç birçok kişide travma oluşturacak, bu travmaların olumsuz sonuçları da olacaktır. Ancak bu tip düşünceleri en aza indirgeyebilmek için evde kaldığımız süre boyunca kendi psikolojik alanımızı korumakla birlikte diğer ev halkının alanına da saygı duymayı ihmal etmemeliyiz. Bireylerin birbirlerinin alanına müdahaleyi en aza indirmesi, bireysel vakit geçirmesi ile doğru orantılı sayılabilir. Bu sebeple hobilerimize vakit ayırarak kendimize kaliteli zaman dilimleri oluşturabiliriz.

ÇEVREMİZ İLE İLETİŞİMİMİZİ KESMEMELİYİZ

İçe bakış ve bağ kurma dönemi olarak nitelendirebileceğimiz bu günleri aslında ailemizle birlikte değerlendirebileceğimiz zamanlar için bir avantaj olarak görebiliriz. Odak noktamızı, geçiştirdiğimiz konulara yönlendirmek, yoğunluktan dolayı ilgisiz bıraktığımız konularla ilgilenmek, zihnimizi meşgul eden sorulardan uzaklaşmamıza ve konumumuzun bizi bunaltmamasına destek verecektir. Bunu yaparken sosyalleşmekten de kendimizi alıkoymamalı, çevremiz ile iletişimimizi kesmemeliyiz. Bu sürecin en yorucu kısmı sevdiklerimizden, arkadaş çevremizden, okul yahut iş çevremizden ayrı kalmak olduğu için kendimizi yalnız hissedebiliriz. Bunu telafi edebilmek için çevremizle online platformları kullanarak da olsa iletişime geçmek, evde kalma süremizi olumlayacaktır. Bunu bir psikolojik arınma süreci olarak değerlendirmek; doğru sorularla doğru cevaplara ulaşabilmemizi sağlayacaktır. Evde kalmaktan muzdarip olan gençler özellikle bu sürecin can sıkıcı ve bunaltıcı safhalarına maruz kalacaklardır. Ancak sosyal izolasyonu korumanın aslında kendi aileleri başta olmak üzere tüm çevre halkın sağlığını korumak olduğu bilincinde olmalı ve mümkün mertebe her aileden bir kişi ihtiyaç halinde dışarı çıkmalıdır. Bu kişi her 15 gün süre ile değiştirilip hem 14 gün kuralına uyulmuş olunur, hem de aile bireyleri bir nebze olsun durumdan soyutlanmış olur.

KAYGI VE STRES YÖNETİMİMİZİ DOĞRU SEVİYEDE TUTMALIYIZ

Hepimizin endişeli olduğu bu süreçte; yeteri kadar bilgi edinmek kaygı seviyemizi minimumda tutabilmemizi sağlayacaktır. Sosyal medyada yayılan ya da televizyonlarda haber niteliğinde verilen her söylemi değil sadece bilgi verici, önlem alıcı yahut eylem planına dönüştürülmüş yayınları almalıyız. Kaygı ve stres yönetimimizi sağlıklı seviyelerde tutmamızı sağlayacak olan bu hareket, kendimiz ve ailemiz için sosyal izolasyonu korumada da etkili olacaktır. Aile bireylerimizle iletişimimizi daha sıkı tutmak, her gün dışarıda virüs var uyarısı yapmak yerine nasıl davranmaları ve ne yapmaları konusunda onları bilgilendirmek, kaygı ve endişemizi onlara yansıtmamak, haber kaynaklarını sürekli açık bırakmamak, evde vakit geçirmeyi eğlenceli hale getirmek onların da bu süreci sağlıklı atlatabilmelerini sağlayacaktır.

ÇOCUKLAR, DÜNYANIN GÜVENLİ OLDUĞUNA İNANMALI

Hayatımızda kendimize soluk alma alanları açarak, kitaplarla, müzikle, sanatın çeşitli alanlarıyla ilgilenerek psikolojik sağlamlığımızı ve salgın düşüncesine karşı direncimizi arttırabiliriz. En önemlisi; çocuklar, dünyanın güvenli olduğuna inanma ihtiyacındadırlar. Bu ihtiyacı onlara verebilmenin yolu ise, yetişkinlerin tutum ve davranışlarıyla doğru orantılıdır. Bu bağlamda yetişkinlerin duygu ve düşüncelerini kontrol altında tutmaları ve sakin kalmaları önemli rol oynayacaktır.

Dosya – Muhammed Deniz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir